Doğal Boyamacılık, yazarı: Recep Karadağ
fuarda 6,5 TL verdim.
Kitap daha ziyade resimlerden oluşuyor. Boyama tekniği oldukça özet anlatılmış hani kitaba sadık kalınarak bir şey yapılabilir mi şüpheliyim. Nasıl boyama yapılacağı biraz daha açılsaydı ve malzemelerin nereden temin edilebileceğine dair bilgiler de verilseydi daha kapsamlı bir kitap olurdu. Yine de belki malzemeler elimde hazırda bulunsa yapması kolay olabilir.
En yaygın kullanılan sarı renk veren maddeler olmuş ve herkes yöresinde ne yetişiyorsa ondan faydalanarak çeşitli çiçeklerden vs. sarı renk elde etmiş. Çivit otu mavinin esas kaynağı, indigo maddesi içeriyor. Kök boya denilen bir bitkinin (Rubia tinctorum) kökünden elde edilen boya ve bazı böcekler kırmızı için esas kullanılanlar. Böcekler de boyaları için kurutulup kaynatılıyormuş, biraz sevimsiz bir işlem. Bazı deniz kabukluları ve kara salyangozları da kullanılıyor. Meksika'da bir salyangozun öldürmeden boyasını kullanıyorlarmış ve yeniden aynı böceklerden boya elde edebiliyorlarmış. Sopayla dürtüldüğünde salgıladığı sıvı boyar maddeler içeriyormuş. Gözüme çarpan diğer bir ilginç şey de bir deniz kabuklusunun kaynatılarak boyasının çıkartılması işleminin Fath Sultan Mehmet döneminde ve daha sonra da bir papa tarafından yasaklanmış olması. Acaba durumun helal olup olmadığından mı endişelenmişlerdi? Ya da böcek katliamı olduğunu mu düşündüler? Sebebi neydi merak ettim...
Kitapta bazı tarihi kumaş ve eserlerde kullanılan boyalar kimyasal olarak analiz edilip hangi boyanın kullanıldığının bulunabileceği de anlatılmış. Bunun için kullanılan teknikler de özet olarak anlatılmış.
Gelelim nar kabuğu'na...
Kendisine ait sayfanın da fotoğrafını çektim. "Mordanlama" işlemi kitabın başında tarif edilmiş. Anlayabildiğim kadarıyla kumaşın boyayı daha iyi tutması için önce metal tuzlarıyla kaynatma işlemi. Sonrasında boyayla kaynatılıyor ki boya gidip elyafa yapışmış olan o metal tuzuna bağlansın. O yüzden aynı anda yapılmaları pek uygun değil. Kapta kompleks oluşturup birbirine bağlandıklarından kumaşa bağlanmayabiliyorlar. Önceki yazıda bahsedilen demir tozlarıyla kaynatma işi yani. Kullanılan mordan maddeleri olarak şunlar örnek verilmiş:
-Şap
-Demir Şapı (biraz daha karaya çalıyor bu mordanla yapılmış boyalar)
-Bakır Şapı
-Şarap Taşı
Bunun yanında zayıf asit veya baz maddelerin kullanıldığı da söylenmiş. Mesela Dada'nın batik boyasını yaparkenki kullandığını söylediği sirke bunlardan biri olabilir mi?
Doğal boyalardan kulağıma çarpanlardan biri de geçenlerde duyduğum çay... Bizim kızlar dantel için alışverişe gittiklerinde oradaki iplikçiden duymuşlardı galiba, çaya bastığın zaman bi köşesi sararmış ya da lekelenmiş dantellerini homojen sarılığa kavuşuyormuş, sanki önceden o renkmiş gibi.
Bazı boya maddeleri önce boya sonra mordanlama gerektiriyormuş. Siyah boyaların bir kısmı sanırım. Bir de küp boyama diye bir şey var tam anlayamadım ama önce boyanın mayalanması mı gerekiyor ne.
Bazı sarı gibi duran boyalar okside olunca (havayla temas edince) mavi renge dönüşüyormuş o da ilginç. İndigo boyarken aynı kazanda sırayala boyadığın yünler koyu maviden açık maviye doğru gidiyormuş.. Müsrüflük yok tabii. Bu karışık mavi tonlarından yapılmış bir halı ya da kazak ne kadar güzel olurdu kesin.
Ha bir de doğrudan boyama var. Üzerine sürerek. Ceviz kabuğuyla bu şekilde boyanabiliyormuş..
Türk kırmızısı diye meşhur bir karışım varmış kök boyayla yapılan.
Tabii genel itibariyle doğal boyaların kullanımı azalmış ve Avrupa birliği fonlarıyla desteklendiği birkaç yerde devam ettiriliyormuş. Kimyasal suni boyaların yaygın kullanımından... Türk kırmızısı da ( alizarin) labaratuvarda rahatça üretilebilen bir maddeymiş...
Ara renkler de ana renklerin sırayla aynı ipe istediğin derişimde boyanmasıyla üretiliyormuş.
Aslına bakarsanız renkler kültürün bu şekilde bir parçası olabiliyor. "Özümüz" diyeceğimiz renkler hangisi. Ya da artık kaldı mı? Bir katalogdan sınırsız renk seçebilmenin getirdikleri / götürdükleri nelerdir acaba? Renklerin "kimse bunu biliyor mudur ki?" diye düşündüğümüz adlarının ardında tarih var aslında. Tat var. Koku var. Anı var. Ne bileyim alın teri var. Küçükken annem ya da babam bana petrol mavisi yok tirşe yeşili, çivit mavisi dediklerinde garip gelirdi.
^ (Nişanyan sözlükten)
(kuzu kulağı)
(gerçi oksalis yazıyor ama rumex daha benziyor sanki doğada gördüklerime)
Sevmediğim bir şey varsa o da bu kopmuşluk. Her gün ağlasam yetmez. Yetmiyor da. (Çaresiz pişmanlık) Sanki bütün kopmuşluğun suçlusu benmişim gibi bir ağırlık çöküyor bazen üzerime... Üslubun önemli olduğunu anlıyorum. Babadan / anadan çocuğa olabileceği gibi çocuktan üst nesle de uygulanan bi şiddet var... Kopma isteği. Ah... Yapılabilecek pek bir şey yok. Sevgiyle anlatmak önemli. Neden anlattığını bilmek önemli. Kulaktan dolma kültür, içinde büyüdüğün ortam bir yere kadar. Cevaplar olmazsa tepkisel kopuşlar oluyor... Sonra bir de bakıyorsun ki renkler yalnızca gözlerini boyuyor... Bir de öyle tepkisel kopuş yaşıyorsun. (Eğer yaşarsan)
Artık o kadar kayıp hissediyorum ki, bir şeyler kayboluyor demek bile anlamsız... Sanki koca bir dalga her şeyi süpürüyor götürüyor. Ve ben korkudan çırpınamıyorum bile. Ölümlülük duygusu insana böyle bir felç hali veriyor... Allah aşmama yardım eder... Umarım...
Neticede işte, belli bir hayat yaşanıyor... Gidiyor...
Biraz iç sıkıntılı bir post oldu kusuruma kalmayın.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder