Sonra nar kabuğunun antioxidan özellikleri ve eski tıbbi ve mutfak kullanımları hakkında da bölük pörçük bir şeyler okumuştuk. Şimdi bir de bu çıktı alakalı alakasız. Malum 24 Nisan Ermeni'lerin kendilerine yas ilan ettikleri gün.. Doğrudur değildir diye bir yargı bildirmeyeceğim. Bu yas gününde oturup üzülen varsa işte, onun için üzgünüm.
Bu günle ilgili bir mail grubunda gelen bir yazıyı paylaşmak istiyorum:
Bir Hübre çarşaf hikâyesi
1927’de yapılan bir araştırmada Dîyarbekir ipekçiliği öylesine revaçta ve yüzde imiş ki, bugün Türkiye’de ipekçiliğin başat şehri Bursa ile yarışır hatta önde bir konumdaymış. Üstelik 1915 Büyük Felaketi’nin üzerinden onca ölüm, talan, yıkım ve sürgünlüğe rağmen. İşte 80 sene öncesinin eski bazalt taşlı evlerinin avlularında ve binler yıllık sur diplerinde ipekçilik yapan Ermeni, Süryani az da olsa Kürt ustalardan kalan uyarlama bir “varoluş”la bu anlamlı 24 Nisan gününü anmanın doğru olacağına inanıyorum.
Ve bu çalakalem metni 97 yıl evvel yaşanmış büyük bir trajedinin acı anısına izafeten; Eylül Ayında İletişim Yayınları arasında çıkacak olan bir anlatı kitabımın kahramanı “Ruh İkizim” (Bu kavramın gerekçeli açıklaması şimdilik bir sır. Çıkacak Kitabın girizgâhında okurla buluştuğunda sır aşikâr olacak) sevgili kardeşim Udi Yervant’a armağan olarak yazıyorum.
Okuyacağınız metin kitaptan bir parçadır:
“Dolaptan iplik sarılı makaraları çıkarınca istenilen renge boyamak üzere boya kazanlarına yollanırdı. Bütün boyalar natüreldi, doğaldı. O zamanlar Diyarbekir’de hiç kimse nar kabuklarını çöpe atmazdı. Nar kabukları toplanır ve Meryemana Süryani Kadim Kilisesinin arkasındaki değirmene götürülüp satılırdı. Veya değirmen sahibi nar kabuklarını kiloyla bizzat kendisi evlerden toplayıp satın alırdı. Önceden kurutulmuş olan nar kabukları değirmende dövülür, öğütülürdü. Puşiciler o değirmene gidip ihtiyaçlarına göre cüzi paralarla kurutulmuş nar kabuğu veya dövülmüş nar kabuğu kırıntısını satın alırlar, suya koyup kaynatırlardı.
Demircilerden de demir tozu alırlardı. Onu da o kaynattıkları nar kabuğu suyuna katarlardı. Simsiyah doğal bir kök boya ortaya çıkardı. İşte o bizim Diyarbekir kadınlarının kullandıkları, sarmalandıkları, örtündükleri Mantin Çarşaflar; Hübre dediğimiz kapkara çarşaflar rengini o kök boyadan alırlardı.
Hani Diyarbekir’in simsiyah parmak iriliğinde bir dut çeşidi var ya “karahübür”dür adı, çıplak elle yediğinizde morumsu renginin parmak uçlarında izi kalan hübür, işte ondan esinlenmedir. Bir de ayrıca zeytinyağı ile kaynatırlardı. Zeytinyağı da mantin çarşafın ipek gibi yumuşak ve kaygan olmasını sağlardı. O boya kazanlarından çıkan ipek iplikler çatal direkler üzerinde silkelenirdi. Yüzümüz, gözümüz Boroda dediğimiz o demir tozları ve nar kabuklarından oluşmuş doğal kökboyanın siyahlığına bürünürdü.”
Kim bilebilir ki; belki de kurutulmuş nar kabuğun ve demir tozunun zeytinyağıyla harmanlanıp kaynatılarak oluşturduğu zil siyah kök boyadan oluşmuş hübre mantin çarşaf onlarca yıldır yaşanmış bir trajedinin taziyesine delalettir.
Şeyhmus DİKEN
24 Nisan 2012 DîyarbekirBoya olarak da kullanılıyormuş. artık kimya bilgisi ve sezgisi benden evvel olan Ossut bu bilmeceyi çözsün. Bu da iliştirilmiş fotoğraf:

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder